Gündelik hayatta ruhuma iyi gelenlerden: Müzik.

5/8/20244 min read

Gündelik Hayatta Ruhuma İyi Gelenlerden: Müzik.

Herkes ruhu olduğuna inanır mı bilmem ama kendimden yola çıkmam gerekirse – ki gerekir – ruhum var ve benim için ciddi öneme sahip. En büyük amaçlarımdan biri onu dinlendirmek, dillendirmek, doyurmak, pamuklara sarmak. Gibi. Yani kısacası onu acıtmaktan ziyade yaşatmaya çalışıyorum.

Peki nelerden geçiyor bu emek?

Ruhu yaşatma uğraşı? Birçok eylemden geçiyor ve kişiye göre değişiyor elbet. Mevsimlere göre, ruhun ihtiyacına göre de değişiyor. Benimkisi genelin ortalaması, şu anın yansıması, nabız yoklaması biraz. Yazarken baktım ki yazdıkça azalmıyor, artıyor başlıklar, hepsini tek yazıya sıkıştırmaya çalışmaktansa, her başlığa ana başlık olma fırsatını vereyim dedim. Bu başlığın konusu müzik olsun. Diğerleri şimdilik beklesin, sonradan eklensin.

Müziği bazen kulağımla değil ruhumla dinliyor gibi hissediyorum. Her şarkı böyle dinletmiyor kendini. Bazı şarkılar var ki kulak bile duymuyor. O şarkı çalıp duruyor öyle. Sadece var. Arada o da gerekli bir tecrübe elbet, kendini yalnız hissettiğinde, ‚çalsın işte bir şeyler..‘ dediğinde; ama ruha işlemesi bambaşka bir zevk. Ruhumla dinlediğim şarkıları gözüm kapalı dinlemeyi severim. Belki ‚daha da bir içeride yaşansın yaşanması gerekenler‘ düşüncesiyle yapıyorumdur. Belki de hiç düşünmüyorumdur, sadece yapıyorumdur. İlk adımın düşünmek değil yapmak olduğu eylemler daha bir ‚ben‘ bazen.

Müzik benim için daimi eşlikçi, önemli önemsiz bütün anların şahidi, ifade edemediklerimi ifade eden elçi, bana kendimi hatırlatan dost. Zamanda yolculuğu mümkün kılan bazen. ‚O gün orada dinlediğim şarkıyı başka bir gün başka bir yerde dinlersem yine o güne giderim, o duyguya, o kokuya..‘ Ve ben gidenlerden, gidebilenlerdenim açıkçası. Eğer ruhumla dinlediysem, izin verdiysem içime işlemesine, ‚hatırlayacağım bu anı ileride, biliyorum‘ ise niyetim, üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin, o anda buluyorum kendimi.

Her an birçok şekilde benimle olabilir müzik.

Örneğin her pazartesi benim için otomatik oluşturulan dinleme listesini dinlerken: Teknolojinin verdiği imkan ve yetkiyle dinlediklerimi ve beni analiz edip, bana özel dinleme listeleri oluşturan Spotify ile başlıyorum genelde haftama. ‚Bakalım neler çıkacak karşıma, tanıdıklarım mı, yoksa henüz keşfetmediklerim mi?‘ merakı içerisinde epey bilinçli şekilde ‚koyuluyorum yoluma‘. Öyle alelade şekilde dinlemiyorum hatta bazen dinlemek için özel ‚ortam‘ yaratıyorum. Örneğin yürüyüşe çıkıyorum, sevdiğim bir mekana gidip, sevdiğim başka aktivitelerle birleştiriyorum bu tecrübeyi; dergi okumak, kahve içmek gibi. Evren bana çalışıyor gibi hissettiriyor bu ‚işbirliği‘; bütün sevdiklerim bir arada!

Bazen de yürüyüşlerimde ve bisiklet kullanırken veya kulağımı ‚dünyanın geri kalanına tıkamak istediğimde‘, dışarıda olsam da kendi dünyamda kalmak istediğimde eşlikçim oluyor müzik. Tempoma göre seçiyorum şarkıları, listeleri. Anlam aramıyorum bu noktada açıkçası, hareket arıyorum haklı olarak. Bazen kendi bildiğimden şaşmıyorum, beni gaza getireceğini bildiklerimi açıyorum direkt, bazen de işin ustası ne diyor bakalım diye mevcut dinleme listelerine şans veriyorum. Bu eylem kelimenin tam anlamıyla ’nabza göre şerbet‘ oluyor. 140’ı görmek isteyen ona göre dinliyor yani. : )

Şehiriçi veya şehirlerarası, yurtiçinde veya yurtdışına çıkarken, seyahatin her anında ve öncesinde, yani seyahat hazırlığı halindeyken, o dönemin özetini çıkarıyorum adeta. O dönem neler dinliyorsam, geçmişten gelmesini istediğim sağlam eşlikçilerim de varsa, onları da dahil ederekt, listeler oluşturuyor, genelde o listenin dışına pek çıkmıyorum seyahat dinletimde. Hatta ufak bir matematiğim de var bu işle ilgili. Çok basit bir örnek üzerinden anlatayım: Zrh-İst arası 2 saat 20 dakika diyelim. ‚Loopta kalırım ben, uzun şarkılardan gidelim, 10 dakikalık şarkıyı 14 kez dinleyince, İstanbuldayım.‘ Bu konuda yalnız değilimdir bence? : )

Evde yemek yaparken, çalışırken, hatta hiçbir şey yapmazken de severim dinlemeyi. Özellikle yemek ve müziğin epey iyi ikili olduğunu düşünüyorum. Bazı yemeklerin malzeme listesinde ‚müzik‘ de var sanki. Doğradıklarını müzikli mi müziksiz mi doğradın – tadını etkiler gibi. Haliyle akabinde kurulan bazen yalnız, bazen iki kişi veya kalabalık sofraların da vazgeçilmemesi gerekeni müzik. Masaya en son koyduğumuz ve ‚hadi başlayalım’ı sembolize eden o bir an var ya hani – o bazen bir hoparlör bence. : )

Hiçbir zaman aktif bir üretici olmadım, olamadım bu alanda. Ama kendimi bildim bileli ‚çok sağlam bir tüketiciyim‘, bu hiç değişmedi. O anki ana aktivitem müzik dinlemek olmasa da, örneğin bir yerde denk geldiysem veya birisiyle sohbet ederken ilgimi çeken bir şarkı varsa ortada, o an fark eder, not eder (bkz. Shazam) ve hayatıma ancak o şekilde devam ederim. Ağustos ayında Suadiye Otel’de uyumak üzereyken ilgimi çeken bir şarkıya hiçbir şekilde ulaşamayınca biraz hayalkırıklığına uğrayıp kendimi uykuya zorlamış olsam da, bundan birkaç gün evvel Instagram’da paylaşılan bir videonun arka planında çaldığını duyunca ‚aha‘ dedim, ‚buldum seni‘. Hayat bir şekilde karşımıza çıkarıyor diyelim, önemli olan fark etmek. : )

*Bu yazı Nilipek. – Geçmiyor Zaman eşliğinde yazılmıştır. Aynı şarkıyı tekrar tekrar dinlemeyi seviyorum, evet.

**Bu yazı sponsorluk içermemektedir, tamamen kendi kişisel deneyimlerime dayanmaktadır.